İnsanlığın derin çıkmaza doğru koştuğu bu günlerde, çıkmazı/içinden çıkılmaz hale getiren… İnsanın bizzat kendisi… Bireyciliğin ve Bencilliğin… Haddini /Niteliğini/Gücünü / Kapasitesini bilmezliğin…
Her şeyi kendine hak sanan/gören ahmaklığın, aynaya bakınca “düzeyini görmezliğin aptallığını görmeyen aptalların insanlığı sürüklediği yer karanlık.” İnsanlık… Öylesine derin bir uçurum, öylesine karanlık bir çağın içinden geçiyoruz ki, insanlık tarihi bunu çöküş ve yıkım çağı olarak anımsayacaktır…
Eski çağların kudretli yansımaları ve bu yansımalarının erdem, ahlak terazileri kayboldu. İnsanlık yeni bir “adalet terazisi” icat etti kendi bencilliğinden, kusurlarından, zevklerinden, sapkınlıklarından doğan… İnsanlığın düşüşü elbette zamanın ötesinden gelen ırmakların yükselişi ve yeni değerlerin doğuşuyla oldu. Bu ırmakların denizlere dönüşümü hiç şüphesiz ırmakların gücünü özetlemektedir…
Bu insanlığın ırmaklarıydı! Vaktiyle saf ve temizdi… Yeniçağ hiç şüphesiz insanının kendine yabancılaşma sürecinin yükselişi olarak tanımlanmasıdır. Bireyciliğin bir yaşam biçimi, kolektivizmin ölümü, toplumsal çöküşü, ideallerin gömülmesidir… Birey artık salt yaşamsal değerleri ve bu yaşamsal değerlerin üstünde yükselmekte…
Bireycilik ve hayvani istemleri, yemek, barınma, cinsellik vb. olarak sıralamak mümkündür. İnsanlık artık parlak yıldızlar, cesur savaşçılar “istisnalar dışında” doğurmuyor… Kuşkusuz bu yıldızlar da egemenlerin çıkar mekanizmalarıyla boğuluyor… İnsanlık bu soygun, borçluluk, sefalet çağını aşmak zorundadır…
Egemenlerin ürettiği bu sistemin de, insanlık ya yeni bir yol bulacak, yâ da ilkel dönemin savaş, yıkım dönemine geri dönecektir… Lakin bu öylesine bir yıkım çağı olacaktır ki, insan etinin -kemiğinin erittiği… Savaş çağı.