İstanbul Sözleşmesi’nin iptali kararının durdurulması talebinin Danıştay tarafından reddedilmesine tepki gösteren İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, 'Danıştay göz göre göre Sayın Erdoğan‘ın tek başına ortadan kaldırmasına cevaz vermiş oldu. Millet iradesinin tek temsilcisi olan TBMM‘yi, yani milletimizi devre dışı bıraktı. Bu yargı üzerindeki vesayetin apaçık ispatıdır' ifadelerini kullandı.
Kanal İstanbul‘un üzerine inşa edilecek ilk köprünün temelinin atılması için düzenlenen törende muhalefeti hedef alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Boş konuşuyorlar, tahkim yoluyla o parayı söke söke alırlar.” sözlerine cevap veren Akşener, uluslararası hukukta ‘tiksindirici borç’ olarak kabul ettikleri parayı ödemeyeceklerini yineledi.
Partisinin Meclis‘teki grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan İYİ Parti Genel Başkanı Akşener’in konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
‘‘YAZIKLAR OLSUN’’
‘‘Elmalı‘daki iki çocuğa cinsel istismar davasıyla ilgili 'Elmalı Davası” adı verilen, hukuk rezaletinden bahsetmek istiyorum. 6 ve 9 yaşlarında, iki küçük yavrumuzun yaşadığı, korkunç olayları biliyorsunuz. Sanıklar, adli tıp raporlarına rağmen, aylar önce tahliye edilmişler. Tutuklu yargılamayı olağanlaştıranlar, konu iki küçük çocuğumuza, vicdansızca yapılan cinsel istismar olunca, tutuksuz yargılamayı tercih etmişler. Bu insanlıktan yoksun kararda pay sahibi olan herkesi, Allah’a havale ediyorum. Yazıklar olsun. Hukuka ve adalete olan güvenimizin, pamuk ipliğine bağlı hale getirildiği bir dönemde, bu korkunç suçun faillerinin, aramızda geziyor olması, kabul edilemez. Çocuklarımız çizerek anlatmışlar, anlaması gereken vicdansızlar anlayamamış. Buradan, başta Adalet Bakanı olmak üzere, iktidarı uyarıyorum; Milletin adalet duygusu ve vicdanıyla sakın oynamayın. Empati yoksunu yargı kararlarıyla, milletimizi tahrik etmeyin. Her bir çocuğumuz gibi, bu iki yavrumuz da bize, Allah’ın emanetidir. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Açılan HSK soruşturması, doğru yönde atılmış bir adımdır. Ancak, toplum vicdanını rahatlatmak ve adaletin tecelli etmesi için, süratle devamı gerekir. Süreci yakından takip edeceğiz. Her ne pahasına olursa olsun, emanetlerimize sahip çıkacağız.
‘‘VERİLEN BU FANTASTİK KARAR, YARGI ÜZERİNDEKİ VESAYETİN APAÇIK İSPATIDIR’’
Sayın Erdoğan’ın bir gece ansızın, aklına esip, İstanbul Sözleşmesi’ni, yürürlükten kaldırmaya kalkması üzerine, bir hukuk süreci başlattık. Çünkü biliyoruz ki; hukuken hiçbir makam, kaynağını anayasamızdan almayan bir yetkiyi kullanamaz. Yine de bununla kalmadık, sürecin gerekçesini, bizzat Danıştay tarafından ortaya konulan ve istisnasız biçimde uygulanan bir ilkeye dayandırdık. Neydi bu ilke? “Bir işlemi sona erdirme hakkı, sadece onu yapan makama aittir.” Yine aynı ilkeye göre, “Bir işlem, hangi usule göre yapılmışsa, ona uyularak ortadan kaldırılır.” Ancak buna rağmen Danıştay, karara muhalif üyeler olduğu halde, başvurumuzu reddetti. Yani Danıştay, göz göre göre, Sayın Erdoğan’ın, meclisimiz “uygundur” demeden, onaylayamayacağı bir anlaşmayı, tek başına ortadan kaldırmasına, cevaz vermiş oldu. Sözüm ona, Türk Milleti adına verdiği bu kararla da, Millet iradesinin tek temsilcisi olan, Büyük Millet Meclisimizi, yani aslında, bizzat milletimizi, devre dışı bıraktı. Verilen bu fantastik karar, yargı üzerindeki vesayetin apaçık ispatıdır. Sayın Erdoğan; gittiğin bu yol, yol değil. Yargıda açtığın bu gedikler, yol verdiğin bu adaletsizlikler hem toplum vicdanını hem milletimizin devletine olan güvenini yaralıyor. Giderayak, sırf senin gönlün olacak diye, Türk Devleti’ne zarar vermeye hakkın yok. Yazıktır, günahtır. Buradan, Türkiye’nin dört bir yanında, çetin bir mücadele veren kadınlara seslenmek istiyorum; ne hukuk taklaları, ne de oldu bittiler bizi yıldıramaz. Kadınların mücadelesi, benim mücadelemdir. Kadınların mücadelesi, İYİ Parti’nin mücadelesidir. Bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz. Sonuna kadar, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” demeye, devam edeceğiz. Ve sonunda bu çirkin zihniyet değil, mutlaka, biz kadınlar kazanacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
‘‘SİZ BU ÖĞRENCİLERE, NEDEN BÖYLE GICIK OLUYORSUNUZ?’’
Sınava giren öğretmenlerin dahi, optik formun, ancak üçte ikisini doldurabildikleri, çocuklarımız için kabusa dönen, bir TYT-AYT süreci geçirdik. Doğal olarak, Sayın Erdoğan’a ve eğitim gurusu ambalajıyla göreve getirdiği, Milli Eğitim Bakanı’na sormak istiyorum: Siz bu öğrencilere, neden böyle gıcık oluyorsunuz? Bir buçuk yıldır, kesintiler ve zorluklarla, eğitimlerine devam etmeye çalışan, 2 milyon 600 bin gencimizin önüne getirilen sınavın, bu kadar zor, soru formlarının da, bu kadar farklı olmasının sebebi nedir? Bu çocuklar, size ne kötülük yaptı kardeşim? Milletçe türlü zorluklarla mücadele ettiğimiz şu pandemi döneminde, doğal olarak çocuklarımız da, hem eğitimsel, hem de psikolojik anlamda, salgın şartlarından, derinden etkilendiler. Böyle durumlarda, devletten beklenen, bu durumu, tersine çevirecek düzenlemeler yapmasıdır. Ama siz ne yaptınız? Çocuklarımız için, bu olağanüstü sürecin olumsuz etkilerini, en aza indirecek tedbirler almak yerine, soruların formatlarını değiştirmeyi, sınavı iyice zorlaştırarak öğrencilerimizi şaşkına çevirmeyi, adeta onları cezalandırmayı tercih ettiniz. Böyle vicdansızlık olur mu? Böyle insafsızlık olur mu? Yazıklar olsun. Bu vesileyle, bu yıl, tarihin en zor sınavına, yakın tarihimizin en zor şartlarında hazırlanarak giren, 2 milyon 600 bin eğitimzede gencimizi, yürekten kutlamak istiyorum. İktidarın onlara reva gördüğü tüm zorluklara rağmen, her biri, elinden gelenin en iyisini yaptı. Yolları, bahtları açık olsun.
‘‘TİKSİNDİRİCİ BORÇ DOKTRİNİ’NE GÖRE KANAL İSTANBUL’UN PARASINI SEN ÖDEYECEKSİN’’
Sayın Erdoğan kendini, kanal adı altında, otoyol viyadüğü temeli atma etkinliklerinde dile getirdiği, tahkim üzerinden, milletine para ödetme fantezileriyle oyalayadursun, uluslararası hukuka göre, kazın ayağı pek de öyle değil. Arkadaşın bol maaşlı danışmanları bunları bilmez; o nedenle, sorumlu siyaset anlayışımız gereği, kendisini biz uyaralım. Uluslararası hukukta, “tiksindirici borç” diye bir kavram vardır. Bu kavram, dış borç alan ve bunu milletinin menfaatine harcamak yerine, kendi kişisel ikbali için harcayan liderler için kullanılır. Bu liderler, iktidardan düştükten sonra, o borcun, ülkedeki vatandaşlardan değil, borcu alan liderlerin, kişisel harcaması olarak kabul edilerek, o kişinin, bizzat kendisinden tahsil edilmesini söyler.
Alexander Nahum Sack tarafından geliştirilen doktrine göre, bir borcun, “tiksindirici borç” olarak kabul edilmesi için, 3 şart var:
Bir; Borcu veren kişinin bilgilendirilmesi. Bu yapılmış mı? Evet. Biz, Millet İttifakı olarak, bu görevi yerine getirdik. Her fırsatta, yerli-yabancı tüm kurumları uyardık.
İki; borcun halkın rızası dahilinde alınmamış olması. Bu şart oluşmuş mu? Oluşmuş. Medya üzerindeki iktidar kontrolüne rağmen, kamuoyu araştırmaları, milletimizin büyük çoğunluğunun, bu projeye karşı olduğunu gösteriyor. Ayrıca, Kanal İstanbul için, ayrı bir referandum yapılmamış ve halkın onayı da alınmamış. Yani milletin rızası alınmamış.
Üç; borcun, halkın menfaati için kullanılmaması. Mevcut ekonomik değerlendirmeler, Türkiye’nin, işsizlik, enflasyon ve kişi başına düşen milli gelir gibi parametrelerde, kendi sınıfındaki ülkeler arasında, en kötü performansı gösterdiğini söylüyor. Peki Kanal İstanbul Projesi, hali hazırda çalışan ve değer üreten firmaları ayakta tutmayı veya milletimizin refah seviyesini yükseltmeyi amaçlıyor mu? Hayır. Projenin, bölgede arsa kapatanlar ile, malum müteahhitler dışında, milletimizin refahına ve insani gelişmişlik düzeyine, yapacağı bir katkı var mı? Yok. Dolayısıyla bu şart oluşmuş mu? Bu şart da oluşmuş. Ez cümle, Sayın Erdoğan; hiç heveslenme, bu parayı milletimiz ödemeyecek. “Tiksindirici Borç Doktrini’ne” göre, milletimize inat olarak yaptığını, bizzat kendin itiraf ettiğin, bu projeden doğan, şahsi borcunu, eğer paran varsa, bizzat sen ödeyeceksin. Yani, şayet birisi, bir parayı söke söke alacaksa, hiç kusura bakma, senden alacak. Nitekim, şimdiye kadar, söke söke verdiğin, kapitülasyon tadındaki nice tavize bakınca, şimdiden para biriktirmeye başlasan iyi edersin. Benden söylemesi.
‘‘SONRA SİZ ÜZÜLÜRSÜNÜZ, UYARMADI DEMEYİN’’
Bu vesileyle, buradan sizlerin aracılığıyla, Kanal İstanbul için avuç ovuşturan, projeye dahil olmak isteyen yerli ve yabancı bütün finans kuruluşlarını ve müteahhitlik firmalarını, bir kez daha uyarıyorum. Bütün bu veriler ışığında, bu “tiksindirici borcu”, milletimizden değil, bizzat, Recep Tayyip Erdoğan’dan isteyeceksiniz. Paranızı, onun şahsi hırslarına veriyorsunuz, geriye de bir zahmet, kendisinden alacaksınız. Geçmişte, Ekvador ve Haiti’de yaşanan benzer süreçlerin, nasıl sonuçlandığını incelemenizde, büyük fayda görüyorum. Kanal İstanbul’la ilgili atacağınız adımları da, bu gerçeğin bilinci ile atmanızı, özellikle tavsiye ediyorum. Sonra siz üzülürsünüz. Uyarmadı demeyin.
‘‘MADEM İLK ÇEYREKTE, TÜRKİYE YÜZDE 7 BÜYÜDÜ, O ZAMAN, BU BÜYÜMEDEN MİLLETİMİZE, NEDEN PAY VERMİYORSUNUZ?
Haziran ayı enflasyon rakamının açıklanmasıyla birlikte Temmuz ayında, memurlara ve emeklilere yapılacak maaş artışları belli olacak. Biliyorsunuz, yıl başında, yüzde 3 maaş artışı yapılmıştı. Kanun gereğince, memur ve memur emeklilerine, Ocak-Haziran döneminde gerçekleşen enflasyon ile, yüzde 3 arasındaki fark kadar, enflasyon farkı artışı verilecek. Ayrıca, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine de, ilk altı aydaki enflasyon kadar maaş zammı yapılacak. Dikkat ederseniz, çalışanlarımızın ve emeklilerimizin maaşları, sadece enflasyon kadar artırılıyor. O da maalesef, TÜİK’in makyajlı enflasyon rakamları esas alınarak yapılıyor. Burada iki sorun var:
Birincisi; maaş artışlarında, piyasa gerçekleriyle, mutfakla, hatta bu konuda yapılan bilimsel çalışmalarla, hiç bağdaşmayan bir, TÜİK enflasyonu var. Maaş belirlemede bunun esas alınması, çalışanlarımızı ve emeklilerimizi mağdur ediyor.
İkincisi ise; çalışanlarımıza ve emeklilerimize büyümeden pay verilmemesi. Madem ilk çeyrekte, Türkiye yüzde 7 büyüdü, hatta ikinci çeyrekte, yüzde 20’ler civarında büyüyecek diyorsunuz, o zaman, bu büyümeden milletimize, neden pay vermiyorsunuz? Milletimizin gelirine yansımadıktan sonra, yüzde kaç büyürsek büyüyelim. Milleti zenginleştirmeyen büyüme, büyüme değildir. TÜRK-İŞ Araştırmasının, Haziran 2021 ayı sonucuna göre, Türkiye’de açlık sınırı, 2864 lira. Ülkemizde, bu rakamın altında maaş alan milyonlarca emekli var. Hal böyle olunca, emeklilerimiz, hafta başında dertlerini anlatmak istedi. Ama maalesef, iktidarın artık alışkanlık haline getirdiği üzere onlara da terörist muamelesi yapıldı. “Biz sadaka istemiyoruz, çalışırken prim yatırdık, onun karşılığını istiyoruz.” dediler, ama basın açıklaması yapmalarına bile izin verilmedi. Bir de üstüne, göz bebeğimiz polislerimiz ile karşı karşıya getirildiler. Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum; böyle vicdansızlık olur mu? Böyle duyarsızlık olur mu? Emeklilerimizin sesine kulak ver, onları açlığa mahkûm etme. Ayıptır, günahtır.’’
Haber Merkezi / İstanbul Gündemi