Sonra düşündükçe bazı şeylerin farkına vardım. Bizde bir kere şu hastalığın olduğu kesin. İş beğenmeme, masa başında oturma, çay içip keyif yapma ve ücretin de dolgun olmasını beklemek. Evet ülkemiz şartlarında asgari ücretin az olduğu ve bu ücretle iki kişilik bir ailenin dahi geçinemeyeceği bir gerçek. Yahu en az bir kira olmuş bin lira, en az fatura gideri haydi diyelim beş yüz lira, iki kişi günde iki ekmek yese etti yüz yirmi lira geriye kalanla başka ne alabilir ki? Bu konuda iş dünyasının biraz daha insaflı olması icap eder. ‘Rabbena hep bana’ demek bencilliğinden kurtulmaları ve empati yapmaları gerekir. Aynı şey için devletin de emekliye karşı empati yapması gerekir.
Gelelim iş beğenmeyenlere. Yahu günlerdir işçi bulamayan iş yeri sahipleri ile karşılaşıyoruz ve dedikleri şu: ‘Günlerdir işçi arıyoruz ama bulamıyoruz ve mecburen her işi yapan ve yapmak isteyen Suriyeli, Afganlı ve Afrikalı kimseleri çalıştırmak zorunda kalıyoruz. Ne hikmetse bizim insanımız iş beğenmiyor ve çalışmıyor.’
Bu durum ne yazık ki bir gerçek olarak karşımızda durmakta. Vatandaşımız tembelliği meslek haline getirmiş ve kısa yoldan rahatça zengin olma hevesi içine girmiştir. Evet, insan nefsaniyet itibari ile rahatı sever ve ‘armut piş ağzıma düş’ arzusu benliğimiz kaplamış. Köyler boşalmış, ziraat yapan gittikçe azalıyor, tarlaların çoğu neredeyse bomboş. Herkes gözünü devlet kapısına dikmiş, sanat, ziraat, ticaret yok olmaya mahkûm olmuş bir halde. Bu durum ülkemiz açısında hiç hoş bir manzara değil. Devletin bu duruma acilen çözüm bulması icap eder. Yoksa ekonomik düzelmeden söz edemeyiz.