Geçmiş yazılarımızda okuyanlar bilir. Türkiye‘nin 90‘lı yıllarını politik ve siyasi yaşantısından değişik açılarla çokça söz ettik. Bugün geldiğimiz nokta; 2000‘li yıllar ve sonrası Türk siyasetini şekillendiren isimler ve siyasi hareketler üzerine bir hafıza yenileme kaygısı oluştu. Bu nedenle, son 17 yıla damgasını vurmuş ve ülkeyi yöneten siyasi parti yöneticilerinin -son zamanlarda isimleri sıkça anılanlar- hali pür melalini merak ettim ve şöyle bir geçmişe göz attım.
15 Temmuz 2016 yılında ülkemizin yaşadığı hain işgal girişimi milletimizce malum bir durumdur. Öncesinde iktidarda bulunan siyasi partinin lideri ve Başbakan-Cumhurbaşkanlığı yapmış R. Tayyip Erdoğan‘ın şu söylemi; toplumun büyük kısmının dikkatini çeker ve muhalif söylemlerde sıkça dile getirilir. Neydi o söylem; 'Ne istediler de vermedik!' Bu söyleme karşılık herhangi bir vatandaşın, 'Ne verdiniz?' Sorusunu sorması kadar doğal bir durum yoktur kanımca. Fakat konum bu değil, bu söylemleri sadece hatırlatma ve ana konu ile bağlı konular olması sebebiyle hızlı geçiyorum.
Bugün hangi kaynağı açarsanız açın, AK Parti hükümetleri ile malum yapının arasının açıldığı hadisenin MİT Müsteşarlığı hadisesi olduğu bilgisine ulaşırsınız. Ben kısaca bu konuyu da hatırlatmak isterim; Malum yapı, 2010 yılında Emre Taner‘in MİT müsteşarlık görevini tamamlamasından sonra MIT‘in başına kendi kontrolündeki birini atamak ister, (Söylentilere göre bu kişi Emre Uslu‘dur) fakat dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, (Bari burası kalsın mantığında sanırım) MİT Müsteşarlık görevine Hakan Fidan‘ı getirir. İşte anlaşmazlıkların gün yüzüne çıktığı olayın bu olay olduğu söylenir. Bu konuyla ilgili sayfalarca yazı yazılabilir fakat ana konumuza dönelim.
Bu söylem üzere birçok muhalif düşünce Erdoğan‘ı ciddi eleştirilere maruz bıraktı. Haklı oldukları noktalar da vardı. Fakat bu söylem, AK Parti İktadara geldikten çok sonraları ortaya çıkan bir söylemdi, zaten muhalefetin de sıklıkla başvurduğu yöntem; Malum yapının AK Parti iktidarı döneminde devletin her hücresine sızmış olduğu yöntem üzereydi. Hal böyle olunca Erdoğan‘ın, 'Ne istediler de vermedik!' söylemi ister istemez eleştiri oklarını üzerine çekmesine neden oldu. Netice itibarıyle de günah keçisi ilan edilen, son 17 yılda yapılan her kötülüğün kaynağının da Erdoğan olduğu propagandasını yapmak muhalefet için kolaylaştı. Fakat en cahil zihniyetle sorgulayacağımız önemli bir detay var ve o da; 'Bunca yıl her şeyi tek başına Erdoğan mı yaptı?' sorusunu sormak ve sorgulamak lazım.
Devletin içine FETÖ sızdı; Özelleştirmelerle devletin göz bebeği kurumlar yabancılara peşkeş çekildi, tarımı bitirdiler, üretim ekonomimiz yerle yeksan oldu, ülke ekonomisi berbat durumda, son 7 yıldır bitmek tükenmek bilmeyen kriz söylemleri vb... tüm söylemlerin olduğu dönemler 3 Kasım 2002 Genel seçimleri neticesinde tek başına iktidar olan AK Parti‘nin kurduğu ilk hükümet ve Türkiye Cumhuriyeti‘nin 58. Hükümeti ile başlıyor. Bugün ülkenin geldiği nokta aşağı yukarı bu söylemlerle örtüşüyor. Bütün bu söylemlerin toplamı da, 'Ekonomimiz berbat durumda!' neticesi çıkarıyor ortaya.
Tabii ki günümüz Ekonomi Bakanı ile ilgili düşüncelerim hiç de iyimser değil fakat günümüz ekonomik durumumuzun bugünden değil, yılların birikimi olduğu gerçeğini de unutmamak lazım. Üretim ekonomisinin peyder pey bitişine yıllar içinde tanık olduk ve bazı devlet fabrikalarının özelleştirme sürecini de hep birlikte basından takip ettik.
Tarımsal anlamda yerli tohumla mücadele nerden baksanız bundan aşağı yukarı 5-6 yıl evveline kadar devam etti. Bu süreçte, neyse ki son dönemlerde yerli tohuma ehemmiyet verilmeye başlandı.
Ülkedeki özel dermayenin dışarıya borçlanma hadisesi de bir günlük hadise değil elbette.
En önemlisi de dış politika ve Türkiye‘nin Ortadoğu politikası. Dış politika ve Ortadoğu politikasını konuşurken iç politikayı da unutmamak gerekir. Örneğin Suriye politikası ve çözüm süreçleri. Bu süreçler de aynı şekilde AK Parti iktidarı dönemlerinin süreçleridir.
17 yıllık iktidarda olan bir hükümetler zincirinin toplamda ülkeyi getirdiği bir noktadan bahsediyoruz. Maksadım burada, 'Ülke batıyor, yanıyoruz!' feryatları yükseltmek değil. Sadece, son zamanlarda ülkenin geldiği noktaya dikkat çekerek kahramanlık yapmaya soyunanlarla ilgili bazı konulara dikkat çekmek istiyorum.
Yeni parti kurma ile ilgili adından çokça ve sıkça söz ettiren Ali Babacan; 2002-2007 yılları arasında 58. ve 59. hükümetlerde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı yapmış, 2007-2011 yılları arasında görev yapan 60. Hükümette bir süre Dışişleri Bakanlığı yaptıktan sonra, 2009 yılı itibariyle de Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevini 2015 yılına kadar yürütmüş. Türk Siyasi tarihine de en çok bakanlık yapan kişi olarak geçmiştir. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama 2002‘den 2015 Ağustos‘a kadar Türk Ekonomi politikasının başında Ali Babacan vardı. Hani dedik ya 17 yıllık süreç bu bir günde olmuyor diye…
Ali Babacan‘a tam destek veren ‘Abdullah Gül‘. Çok detaylı anlatmayacağım ama AK Parti iktidarı sürecinde; Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı yapan bir isim. Yani her şey elinin altında olan bir isim. 'Ne yani Cumhurbaşkanı Abdullah Gül iken Erdoğan kafasına göre karar mı alıyordu?' dedirtiyor insana bu süreç.
Bir başka isim ise; ‘Ahmet Davutoğlu‘. AK Parti kurucu üyelerinden olan Davutoğlu, 2002 yılında AK Parti iktidar olduktan sonra, 2009 yılına kadar Başbakan‘lara Dışişleri Başdanışmanlığı yapmış ve Dış politikada etkin rol oynamış bir isimdir. 1 Mayıs 2009 tarihinden itibaren de Dışişleri Bakanlığı yapmıştır. 62. Hükümeti 2014 yılında Ahmet Davutoğlu kurmuş ve Mayıs 2016‘ya kadar da bu ülkeyi Başbakan olarak yönetmiştir. Rus uçağının düştüğü dönem ve Rusya ile savaşın eşiğine geldiğimiz dönemdir bu dönem.
Şimdi bu isimlerin süreçlerine bakıldığında ülkenin geldiği nokta ortadadır. 15 Temmuz 2016 sonrasında, ülkenin gerek dış politikası, gerekse de savunma sanayi ve ekonomik durumlarını da göz önüne aldığımızda, iç ve dış politikaları da topladığımızda, Türkiye‘nin durumu Doğu Akdeniz hamlesi, Suriye operasyonları ve Hendek iperasyonları ile içeride ve dışarıda terörizm ile edilen mücadelenin başarısı hiç de azımsanacak düzeyde olmadığı açıktır.
Peki kardeşim, Tayyip Erdoğan bu ülkeyi bu hale getirdi de bu süreçlerde siz neredeydeniz?
Şimdi çıkmış Erdoğan‘ı yerden yere vururken, ülkeyi getirdiği halden şikayet ederken, dümen sizde olduğu günlerin neticesinde bu ülke bu hale gelmedi mi?
Biz yönetime geçelim, ‘Ülkeyi kurtaracağız‘ dediğinizde akıl sahibi biri sormaz mı; 'Ulan siz yönetimdeyken geldi zaten başımıza ne geldiyse!' demez mi?
Ben yazımı toparlamak zorundayım elbette. Bu sebeple kısa kısa değinerek konuyu anlatmaya çalıştım lakin bu yazıyı okuyan değerli okuyucu, elini vicdanına koy ve yukarıda sözü geçen süreçleri, arşivlerde bir karıştırverin bakalım. Tek amacı yüzde bir alıp yüzde elli artı birlik uygulamaya çomak sokmak olan bir siyasetçiden bu ülkeye ne hayır gelir? Erdoğan gitsin de ne olursa olsun!
Milletin aklıyla alay etmeyin!..