2018’de kurulan, Türkiye Uzay Ajansı’nın, ilk 10 hedefinin Türkiye ve dünyaya ilanı olarak hazırlanan program, kimimizi heyecanlandırdığı gibi kimimizi de eğlendirdi kuşkusuz.
Her zaman savunduğum bir yöntem vardır, doğruya ulaşmanın tek yolu soru sormaktır derim. Kısaca sorgulamak. Ama ne yazık ki, en yapamadığımız şey bu, iktidarı savunurken de, iktidarın karşısında dururken de, at gözlüklerimizi takıp başlıyoruz şöyle muhteşem böyle berbat demeye. Aslında çok görmüyorum toplumun bu tutumunu, netice itibariyle siyasetçilerimiz de aynı mantıkta olunca, vatandaştan fazla bir beklentim kalmıyor açıkçası. Ama beni rahatsız eden, okumuş kendini yetiştirmiş diye bildiğim beyinlerin de bu sığlığın içinde kaybolması. Aslında çok basit, neyi nasıl nerden ne zaman yapacaksınız?
Ben genel olarak Türkiye Uzay Ajansı’nın sunumu neticesindeki düşüncelerimi şöyle anlatayım.
Heyecanlandım. Zira “Gökyüzüne Bak Ayı Gör” sloganının üzerinde yazılı olduğu ve gizemli diye tanıtılan, Göbeklitepe yakınlarına konulan metal platform pr çalışması bakımından çok iyi düşünülmüş, müthiş bir çalışmadır. “Gizem, her zaman ilgi çeker” düşüncesinden yola çıkarak harika bir tanıtım olduğunu söyleyebilirim. Çünkü dünyanın çeşitli yerlerinde bu tür gizemli monolitler görüldü, Türkiye’de de görülmesi ilgi uyandırdı ve neticede, sunumda aynı sloganı Cumhurbaşkanı’nın ağzından duyunca harika bir reklam çalışması dedim.
Uzay Ajansı’nın hedeflerine gelince; değerli dostlar bunlar hedef olarak belirlenen hadiseler ki, hedeflere ulaşmak amaçtır; ama geç ulaşmak da olası ihitmaller dairesindedir. Açık konuşmak gerekirse bu durum, bir vatandaş olarak beni fazlasıyla heyecanlandırmış oldu.
Zira Savunma Sanayii’de geldiğimiz noktayı göz önüne alırsak, belki verilen tarihlerde olmasa bile, NASA’da çalışan bir Türk Bilim İnsanın dediği gibi “er ya da geç olacak bir planlamadır” şeklinde bakabiliyorum.
Yazıma başlarken bahsettiğim, “kimimizi heyecanlandırdı, kimimizi de eğlendirdi” şeklinde bir tespitte bulunmuştum. Buraya kadar heyecan tarafından yaklaştım hadiseye.
Eğlenceli dostlarımız da var elbette, netice itibariyle bu planlamaları iktidarla sınırlı tutan ve ne yazık ki bir insanın, nefretinin gözlerini kör ettiği bir ortamda, kendi ülkesinin başarılarıyla övünemeyecek düzeye gelmesi, ne kadar acı öyle değil mi ? hani “partiler üstü” diye bir tabir vardır.
Karadeniz’de çıkarılan gazdan, Akdeniz’deki Enerji hamlelerinden, Libya’daki Türk varlığından, Suriye operasyonlarından, Karabağ zaferinde Azerbaycan’a verilen destekten rahatsız olmak ve bunu hazmedememek ne kadar acı değil mi?
Cumhuriyetimizin kurucusu M. Kemal Atatürk’ün; “muasır medeniyet” tabirini ya da “Misakı Milli Sınırları içinde vatan bir bütündür bölünemez” ifadesini nasıl anlıyoruz acaba?
Bu rahatsızlıkların dışarıdaki etkilerini çıplak gözle görebiliyoruz artık. Mesela bu sabah uyandığımda, telefonuma düşen bir son dakika haberinde; “ABD’de 54 senatör, Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi ihlalleri hakkında, ABD’nin Türkiye’ye daha fazla yaptırım uygulaması için meclise bir mektup yazdılar” diyordu. Ne ilginç; Uzay Ajansı’nın sunumunun yapıldığı gecenin sabahında böyle bir haber etkileyici doğrusu. Hayır, karşımızdaki insanlar gerçekten insan haklarına ve demokrasiye bağlılıklarını görsem gam yemeyeceğim, ama … durum ortada.
Sözün özü şu dostlar, Türkiye Cumhuriyeti devleti bizim devletimiz. Yani Türk Halkının devleti, iktidarda kim olursa olsun, yapılan yatırımlar bizim geleceğimiz. Hani nefretimiz gözümüzü kör etmiş olabilir, ama bir laf vardır “gölge etme başka ihsan istemez” derler ya… Sevinemiyoruz anladık da bari gölge etmeyelim öyle değil mi?
[email protected]